Tarihe not düşmek ne kadar özel bir şey… Bu yüzden seviyorum ajandaları. Her yıl farklı model ve tasarımlar renk katıyor hayatıma. Önemli notlarımı, çocuklarımın kurslarını, doktor kontrollerini, okuduğum kitapları, gezdiğim yerleri, … aklınıza ne geliyorsa akıllı telefonumun not bölümüne değil de ajandama kaydetmek en büyük vazgeçilmezlerimden biri. Acaba tüm yıl nasıl geçecek, neler yazacağım, son sayfama düştüğüm notla bu yıl nasıl özetlenecek, hedeflerimin hangilerini gerçekleştirebileceğim, beni neler mutlu edecek, bu yıl okuduğum kitaplarla geçen yılı geçebilecek miyim? Kendimle olan yarışımda bu yıl hangi ben kazanacak?,... merak ederim hep. Zaman zaman açar okurum geçmiş yılları... Instagram hikâyeleri gibi eğlenceli ve vazgeçilmez…

Aylardan kasım,  haftalardır beklenen kış bomba gibi geldi. Yılın ilk karı düştü karşı dağlara. Ajandamı açtım ve güne notumu düştüm: ” İlginçtir insanoğlu yazın kışı, kışın yazı, olmadı baharı bekler durur”. Ben ona not düşerken, o da sayfanın altında bir not bırakmış bana bugün okumam için: ”Geçmişi ve geleceği bırakıp anda kalabilir misin?”

“An”da kalmak, yeni tabiriyle Carpe Diem. Her daim ölüm gerçeğinin farkında olarak zamanın değerini bilenlerin ve anı yaşamaya özen gösterenlerin felsefesi. Tasavvufa göre adı “İbnü’l-vakt” geçmiş ve gelecek kaygısından kurtulan ve yalnızca bugünü değerlendirmekle meşgul olan. Anda kalmak ruh ve bedenin aynı yerde buluşması aslında. Geçmişle vedalaşıp, gelecek planları yapmaktan vazgeçmesi. Aslında tüm tanımlar bizi bir noktada buluşturuyor. Matematikte “Bir noktadan sonsuz doğru geçer” aksiyomunda olduğu gibi…

Zaman zaman hayatımın çok hızlı aktığını hissederim. O zaman günler çabucak geçer, güneş hızlandırılmış modda doğar, insanlar x2 hızında hareket eder, yapmak istediğim şeyler sonraki güne hatta haftaya kalır. Zorunluluklarım, bitmeyen işlerim, planlarım,…derken bi bakmışım günler belki de haftalar geçmiş. Böyle zamanlarda benim aklıma hep bu hikaye gelir: Bir zamanlar Afrika’da kayıp bir şehri aramakta olan arkeologlar, beraberlerindeki eşya ve yükleri, hayvanların ve yerlilerin yardımı ile taşıyarak uzun bir yolculuğa çıkmışlar. Kafile zor tabiat şartlarında, balta girmemiş ormanların içinde ilerleyerek, nehirleri, çağlayanları geçerek yolculuğa günlerce devam etmiş. Fakat günlerden bir gün yerliler birden durmuşlar. Taşıdıkları yükleri yere indirmişler ve büyük bir suskunluk içinde sadece beklemeye başlamışlar. Acelesi olan arkeologlar bu duruma bir anlam veremeyip, zaman kaybettiklerini, bir an önce yola devam etmeleri gerektiğini anlatarak, yerlilerin neden durduklarını öğrenmek istemişler. Bu anlaşılmaz durumu yerlilere soran rehber onlardan şu cevabı almış: “Çok hızlı gittik ruhlarımız geride kaldı” .Günümüzü ne kadar güzel anlatıyor değil mi? Böyle zamanlar çok rahatsız eder beni. Her şeyi, işi gücü bırakıp kendime dönmek isterim. Kendime sorar ben cevaplarım, ben anlatırım kendim dinlerim. O an’a da bir fincan kahve eşlik eder…

Gürültünün içindeki sessizliği arayan, akıp giden zamanı yeri geldiğinde karşıdan izleyen, sıradan rutinlerin ne kadar kıymetli olduğunu fark eden, aldığımız nefesin en büyük mucize olduğunu anlayan, bitmeyen koşuşturmaların son nefeste biteceğini kabullenen, geçmişin pişmanlıkları geleceğin hayalleriyle değil şimdi’nin farkında olan, başkası değil yarışı kendisiyle olan herkese selam olsun…